YAĞMUR...
Her zamanki gibi sabah kahvesini hazırlayıp, çiçeklerini
sulamaya koyuldu. Kurumuş yapraklarını topladı, topraklarını karıştırdı… Dışarısı
yağmurluydu ve o bu yağmurlu havanın verdiği miskinlikle hareket ediyordu… Hazırlanıp
çıkması gerekirdi çoktan. Yapılacak tonla iş, aranacak birçok insan, düşüneceği
birçok konu vardı… Bugün yapamadı... Ayakları onu kapıdan dışarıya taşıyamadı.
Kendine bugün hayatından bir gün izin verdi... Ne garip değil mi kendi hayatını
karmaşalar içinde yaşarken bir de kendine izin vermek… Bugün çok da üstünde
durup düşünmenin niyetinde değildi... Ne de olsa yarın tüm kargaşa yeniden
başlayacaktı ve o bugün yalnızca bedenine değil, ruhuna, zihnine de izin
vermişti…
Kahvesini yudumlamaya devam ederken ne zamandır başucunda
duran kitaba takıldı gözü… Ne zaman kendine bi nebze vakit ayırmaya kalkışsa
her şeyi aynı anda yapmaya kalkıştığı için asla dinlemezdi... Yine öyle
olmasından endişe etti ama bu sefer kararlıydı ve gerçekten dinleneceği,
zihnini boşaltacağı bir gün olacaktı… Ya da akışa bırakmayı deneyip o saniye
canı ne isterse onu yapacaktı ki bunları düşünürken bile zaman akıp gidiyordu
ve o bunun farkında bile değildi… Zaten bir türlü zamanı yakalayamadığından şikâyetçiydi.
Akreple yelkovan koşu bandına çıkmışta son sürat ilerliyor o da yalnızca
dışarıdan izliyor gibi hissetmeye başlamıştı… İçindeki tüm o kaosları bir
yandan sakinlikle izlerken, zihninin derinliklerinde onu sürekli dürten
fikirleri vardı… Ama sanki bir türlü boşluklarını dolduramıyor, dolsa da altı
hep boş kalıyor sanki hep bir eksiklik oluyor gibiydi… Sürekli uçmaya
niyetlenip daha uçmayı denemeden yere çakılacağından endişelenmek gibi
manasızdı belki de tüm bu düşünceleri…
Hani spor yaparken kasları acır da insanın, koşmaya devam
etmek istemez ama devam ettikçe o kaslar
açılır ya zihnindeki düşüncelerinde öyle açılacağını bilse de belki de
arkasından ne çıkacağını kestiremediğinden bir adım sonrasına geçmeye
korkuyordu… Bilemiyordu ki belki de sadece yorgundu… Ama hayatı ne kadar
karmaşık olursa olsun bu kadar yorulmazdı… Nasıl bir keşmekeşti bu, çözemiyordu…
Hani bazen bir sorunun üstünde sürekli düşününce çözümü göremezde insan,
uzaklaşıp bambaşka hayatlardayken pat diye karşısına çıkar ya çözüm.. Tam da
öyle yapmalıydı belki de ama aksi gibi işte bunu yaparken de hayat kaçıyor
endişesine takılıyordu… Yani sanki kapalı bir tüp içinde koşuyor da tam ışığı
görünce hop diğer yöne kaçıyor ama bir türlü tüpün içinden çıkmayı
beceremiyordu.
Mesela eskiden hayaller kurardı... Her gece yatmadan önce
dakikalarca yüzünü gülümseten hayallerde dolaşırdı. Bazen takardı kulağına
kulaklığını gecenin tüm sakinliğinin içinde kulağındaki notalarla sürüklenirdi…
O zaman önünde kocaman bir ömür var diye hissedip, kurduğu hayallerin endişe
ile sonlanmasına fırsat vermezdi. Kaldı ki endişe diye bir kavram da yoktu
hayatında… Şimdi biraz hayallere dalsa ama bu hayal ne zaman beni içine
çekebilir de ben o hayalin içinde süzülebilirim? Ne zaman, ne zaman? Bu
sorularla boğuşmaktan o anın ferahlığını da uçurup götürüyordu… Hangi ara bu
kadar endişeyi içine doldurabilecek fırsatı buldu ona da şaşırıyordu açıkçası…
Hani insan bir adım atsa arkasından bütün bekleyen fikirlerinin sürüklenip
geleceğine inanır ama bir türlü o adımı atamaz ya işte tam da o noktadaydı…
Kendi kendine sadece olmayanları düşünmekten, olabilecekleri kaçırıyordu bunun
da farkındaydı ama gel gör ki hep aynı noktada durup kalıyordu… Her şeyin
farkında olup da sürekli aynı engellere takılmakta çok akıl karı değildi
aslında.
Düşünmeyeceğini söylerken kendine yine dalmış gitmişti… Her
zamanki gibi kahvesinden biraz kalmış, soğumuştu fincanın dibinde… Mutfakta tezgâhın
yanına sürüklediği uzun ahşap taburesine oturmuş bahçeye bakan pencereden
yağmuru izlemeye devam ediyordu yalnızca… Kitaba da dalamamıştı… .Depresif gözükse
de içinde dolaşan kanı yine de hadi diyordu ona ve onun hadi demeleri şu anda
dibe düşmesini engelliyordu belli ki…
Ne zaman bu kadar hareketsiz kalsa her şeyin sabit kaldığını
bildiğinden ‘’Hadi!’’ dedi kendine. ‘’Hadi bir yerden başlamak lazım! ‘’
Tabureden aşağı atladı, terliklerini geçirdi ayağına, kapının koluna astığı
hırkasını geçirdi üzerine. Yağmur azalmıştı, hafif hafif çiseliyordu yalnızca.
Güneş bulutların arkasından kendini göstermeye yüz tutmuştu. Hemen attı kendini
bahçeye, çıkardı terliklerini, ıslak çimenlerin üzerinde öylece durdu bir süre.
Sonra ıslandıkça yağmur damlalarıyla dans etmeye başladı… Bir sağa, bir sola,
sonra tekrar sağa… Verandadan da usul usul açtığı müziğin tınıları geliyordu
kulağına… Sonra durdu gözlerini açtı... Yağmur durmuştu ve gökkuşağı sanki
evinin içinden çıkar gibi gökyüzünde belirmişti… Yüzündeki tebessüm içini
ısıttı… Biraz renklerin ahengini seyrettikten sonra ılık bir duş almak için
banyoya yöneldi…
Artık daha az düşünmeye başladığını fark etti. En azından bugün
benim sıfır noktam olsun diye düşündü. Hayal ederken kendini tamamen içinde
hissettiği şekilde düşüncelere dalmaya ve daldığı anları hayatına sürüklemeye
çaba harcayacağına söz verdi kendine… Çünkü o hep böyle yapardı…Hep tüm kapıları
kapatır, durur durur, sonra kendine en uygun kapıyı bulur, koşarak o kapıdan
geçer gider arkasına bile bakmazdı… Şimdi o kapıyı bulma zamanıydı belki de…
Var olan ve yaşadığı an içine ait olamamaktansa kendinden parçalar
serpiştirerek daha kendine ait olmasını sağlayacaktı… Ve sonra tüm endişelerinden
kurtulduğunda tam da hayal ettiği anı gerçekliğe kavuştuğunu görecekti… Çünkü
bir düşü vardı ve o peşinden gitmek zorundaydı…
Yorumlar
Yorum Gönder